27 Şubat 2008 Çarşamba

sondan önce..

terapi işini beceremediğim belli, ne yapacağım peki.. belki garson, belki kurye falan olurum, masa başında oturup çalışamayacağıma göre.. yeni ve temiz bir hayat mümkün mü peki, en azından benim için çok zor.. ve hangi "yüzle" sürdüreceğim.. kendime dönüş yapabilir miyim ki..
son kirli işimi de bitirmeliyim.. evet meslek ahlakı bakımından yapmalıyım bunu, gerçi hangi meslek.. katil mi, doktor mu.. son hastam,aynı zamanda işverenim, intihar ettiği için aramızdaki bu akit de sona ermiş olur muydu yoksa daha da güçlendirir miydi.. herşeyi geride bırakıp o ağır kapıdan çıkıp gitsem olmaz mıydı..
içtiğim ilaçlar zıt etkiler yaratıyordu üzerimde, gerçekliğine son derece inandığım bir rüyadaydım sanki ve uyumak/uyanmak istemekle hiperaktiflik arası gel-gitler içindeydim..
gün yağmurlu olsa işi bitirmem daha kolay olurdu eminim, yeni bir yaşam, yeni başlangıçlar gibi saçmalıkları düşünmezdim böylece.. güneş hainlik yapıyordu resmen, belki bir işaretti.. tabii, hayatım boyunca hep işaretlerle yürümüştüm ya, şimdi de uymalıydım!..saçmalık! işaret varsa da,insan görmek istediğini görür.. bu günlük güneşlik, cıvıl cıvıl havada gece köpeklerin boğduğu yan evin tavukları bahçede savrulmuş yatıyorlardı.. bu da bir işaret olabilirdi.. ben boğmayı düşünmüyordum ama..
yan odaya geçtim.. uyuyordu.. elimdeki bardağı bıraktım, yere düştüğünde çıkan sesle irkilerek uyandı.. "uyandırmaya kıyamamıştım ama sakarlık işte, kusura bakma" dedim.. gözleri kocaman açılmış,merakla bakıyordu.. anlamıştı.. "bugün mü, şimdi mi.. tamam durma.. bu duruma son ver artık.. her an ölüyorum sanki.." güldüm.. "alice'in dolaştığı diyarları bilirsin" dedim.. "seni öyle bir geziye çıkartacağım, yalnız ne kadar keyif alırsın bilmiyorum".. doğrulmaya çalışarak konuştu.. " yooo yoo.. lütfen yalvarırım, silahın falan yok mu, vur beni.." .. "silahım var tabii, ama ben kullanmayacağım..bak şuracığa da bırakıyorum.." diyerek oturduğu köşenin karşında yere bıraktım.. "bu arada alice'in diyarına çoktan giriş yaptın, yemeklerin zehirli değil demiştim evet.." telaşla boğazını tuttu, öksürür gibi yaptı, avuç içlerine baktı..yine güldüm.. "çoktan kanına karıştı canım, boşuna debelenme.. ben birazdan gideceğim, ama birkaç dakika içinde yeni dostların diyarına gelmiş olur..sana iyi eğlenceler.." kapıdan çıkarken bağrınıyordu, son bir şans nolurdu, bir panzehir olmalıydı, yapmamalıydım bunu, ..ospuydum, tamam özür diliyordu değildim, hadi amaydı.. burası neresiydi.. yanındaki cesetler de neydi.. evin çatısı nereye gitmişti.. vs vs...
üst geçide çıktığımda trenin sesi yaklaşarak geliyordu.. gürültüyle durdu yine, kapılar basınçla tıslayarak açıldığında pat! diye bir ses geldi, bir andan daha kısa süre durakladım.. ağlamaklı bir kızın yanı boştu, oturdum.. tren ağır ağır hareket etmeye başladığında kız bana dönerek tam birşey söyleyecekti ki.. "şu an mesai dışındayım, konuşmak istersen yarın gel" diyerek kartımı uzattım..

16 Ocak 2008 Çarşamba

sondan önce..

küçük zavallı bana hikayesini, "hikayemizi" nasıl da anlatıyordu.. insanların, sonunda ne olacağını ve bunun kendileri için kötü birşey olduğunu bildikleri zamanlarda bile bitmek bilmeyen bir ümitleri var.. iyi birşey belki çoğu için, ama gerçekçi olmak lazım, ölmek istemeyen ve dahi bundan korkan birinin öleceğini, öldürüleceğini bilmesi çok da rahatlatıcı olmasa gerek..... ki o da değildi..
peki bu saflık nereden geliyor insanlara, yenilen tüm kazıklara rağmen bir diğerine nasıl güveniyor .. hele güvendiği kişinin yediği tüm naneleri,attığı tüm kazıkları biliyorken.. kendisinin farklı olduğuna inanması, inanma isteği, kendisinin özel olduğunu düşünmek istemeye bağlı duygular mı, görmesini engelliyor gerçekleri.. yoksa açlık mı bu; ilgi ve sevgiye, birine bağlanma duygusuna duyulan açlık...ve neticesinde düşülen aynı durumlar..
neler olduğunu, diğerlerine neler yaptığımı biliyordu.. yine de gözlerinden okunan korkunun satır aralarındaki o ümidi görüyordum..
hepsine verdiğim soru hakkını- beni şaşırtmayarak- bütün bunları gerçekten neden yaptığımı sorarak kullandı.. anlamıyordu-anlaması gerekmediğini bilmesine rağmen- benimle hiç ilgisi olmayan insanların hayatlarına girip, kendime bağlayıp neden sonunda öldürüyordum..
...
ah! keşke beni şaşırtsaydı ve hakkımdaki ilk gerçeği duyduğunda çekip gitseydi.. ve insanların başka bir özelliği işte, birisi hakkında pek de hoş olmayan bir gerçeği öğrendiklerinde, yuvarlanan bir alev topundan kaçar gibi ondan uzaklaşmaları gerekirken, ellerini kanatarak sıkıca yapışıyorlar tel örgüyle sarılmış gül dalına.. çektikleri acı, bağlılıklarının andı oluyor.. acı arttıkça bağımlılıkları ilerliyor ve o acıyı çekmeden yaşamak istemiyorlar.. böyle olmaması gerektiğini,insanların önce kendilerini sevmeleri ve değer vermeleri gerektiğini, dahası insanlara sahip olduklarından fazla değer yüklememeleri gerektiğini öğretebilmem için kaç kişinin daha ölmesi gerekti..
"doktor-hasta ilişkisi"ni bozduğumdan olsa gerek bir an gerçekten kendimle hesaplaşmaya başladım.. ne zaman sona erdirecektim bu öğretme işini.. kılıftı belki sadece, yaptığım şeyi kendime makul göstermek içindi, kabullenebilmem için.. bir yalan söyle ve onan inan, zati gerçek dediğin neydi ki...

22 Aralık 2007 Cumartesi

sondan önce..

fırın bugünün ilk tepsisini çıkarıyordu sanırım.. fırının camından çıkmış boruyla sokağa yayılan yoğun buhar birkaç saniyede kayboluyor ama peşisıra gelen koku hem iştah kabartıyor hem insanı hafızaları arasındaki bir yere taşıyor... misafirin geleceği bir gün evde yapılan hazırlıkları kek, börek kokularını hatırlıyorum... fırında çalışan bu insanlar kaçta uyanıyor acaba diye düşünürken 2 zeytinli açma ve 2 simit istiyorum.. birer tanesi kendim için diğerleri ona.. bir an, ona neden alıyorum ki diye sorgulasam da, almaktan vazgeçmeyeceğimi biliyorum..
bir paket sigara, bir dergi ve bir gazete.. köşedeki gazeteciden..
cebimin içinde evirip çevirerek oynadığım anahtar değişik, daha doğrusu eski tip ev anahtarlarından.. uzun sapı, bir parmaklık kulbu olan ve tek dişli anahtarlardan.. hani deliğe takıp çevirdiğinde tıkırt diye ses çıkartanlardan.. aynı çocukların oyun oynarken kapı açtıklarında çıkarttıkları ses gibi.. tıkırt tıkırt...
bir arkadaşımla kahvaltı eşliğinde muhabbet edecekmiş gibi rahat davranıyorum, şaşırtıcı tabii.. termostat sistemi gibi birşey aslında psikolojimin uyguladığı.. yüksek seviyelerde merak ve heyecan sonrasında herşey normalmiş ve kontrol altındaymış gibi davranıyor.. odaya girdiğimde sırtını duvara yaslamış oturur vaziyette duruyor.. sıcak nevaleyi ve çayını önüne bırakıyorum.. diğer odadan getirdiğim iskemleye oturuyorum.. "ee anlat bakalım.. hmm, bu arada çekinme ye, iç.. kötü görünüyorsun".. zavallı şaşkın.. paketi açıp hemen birkaç ısırık alıyor.. "seni öldürmemden mesela zehirlememden korkmuyorsun yani..hmm güzel" demem sonrasında yutkunma sesini duyuyorum, ses ne ki lokmaların yemek borusundan kayışını görüyorum neredeyse.. "sen, yani.. gerçekten öldürecek misin beni.." boğazını temizler gibi öksürüyor.. "beni zehirleyeceğini en azından böyle bir ölümü layık görebileceğini düşünmemiştim.. bişi sorabilir miyim, iki gündür neden bekledin o halde.. haa ama doğru beni germek istedin.. bu da bir eziyet tabii.." bu adam manyak mıydı, ne öldürmesi, aklımdan geçmemişti böyle birşey, lafın gelişiydi sadece, ama ciddiye almıştı... demek ki öldürebileceğimi düşünüyordu gerçekten... ama neden.. heyecanla peşisıra konuşmaya devam etti.."faili hepten meçhul olurum hem, nasıl da mükemmel.. ölmüş birinin kimseyi öldüremeyeceği kesinken.. dahiyane..tam sana göre.." bana göre olan ne, bu adam beni delirtmeye mi çalışıyor, yoksa hakikaten kendisi mi deli.. ölmüş biri blabla ne demek.. bu sabah sohbeti hiç de umduğum gibi gitmiyordu, kontrolü ele almalıydım.. gerçi ben sormadan herşeyi anlatacak gibi görünüyordu, belki de devam etmesine izin vermeliydim.. soru sorduğumda alabileceğim cevaplardan daha net ve gerçekti kendiliğinden anlatacakları... benim sorularım onun cevapları saptırmasına sebep olabilirdi... elimi göstermemeliydim, yani aslında elimde hiçbirşey olmadığını... sadece "yiyip içeceklerin zehirli değil merak etme.." dedim soğukkanlı olmaya çalışarak..

11 Aralık 2007 Salı

sondan önce..

..oyunlar oynuyorum etrafımdakilerle ve daha çok insanlarla.. onlar bilmiyorlar ama, kafamda geçen senaryolarda aldıkları rolleri.. bu oyunlar mekandan bağımsızlaşıyor bir süre sonra.. ama yine de geçiciler, ne zaman ki, ben ya da onlardan biri tamamen terkediyor ortak mekanı, rolü de bitiveriyor... tüm hayat böyle..

..sabahın erken saatleri,gecenin geç vakitlerinden daha ürkütücü.. serin ve koyu.. hızlı ve seri adımlarla gece yağmurunun ıslattığı yolu geçiyorum... sokağın sadık köpekleri, kendi bölgeleri içindeler yine, ama onlar bile uyanmamış.. o sırada, siyahlar giymiş asil beyfendi edasıyla yanımdan geçen otomobille, her sabah olduğu gibi, kibarca ve dışarıdan farkedilmesi zor ince bir hareketle selamlaşıyorum...

5 Aralık 2007 Çarşamba

sondan önce..

bu ev, burada bulunuşum, o adam gibi konular üzerine çok fazla düşünmeme fırsat olmamıştı ama yine de bir anda yeni bir ipucu bulmuş gibi sevindim... bana bile yabancı gelmesine rağmen yüzüm,adam bana ismimle hitap etmişti.. şu anda bilmediğim bir dolu şey olsa da,ismimi hatırlıyordum ve kesinlikle o isim benimdi.. iyi de ben yüzümü neden değiştirmek istemiştim, istemiş miydim.. öyle ya da böyle neden yüzüm değişikti.. belki de değiştiğini sandığım yüzüm aslıydı.. düşüncelerimi durdurmalıydım, çünkü nereye gideceğini bilmeyen başı kesik tavuk gibi saçmalamaya başlamışlardı.. hafızamın kayıplığının geçici olmasını ümit ederek sobanın olduğu odaya gittim..

29 Kasım 2007 Perşembe

sondan önce..

şaşkınlığımın ve merakın etkisiyle renkten renge girmiş yüzümle odadan çıkarken, heyecanla çarpan kalbimin sesini duymadığını ümit ediyordum... elimdeki sopayı öylece yere bırakıp banyo olduğunu düşündüğüm yere yöneldim.. musluktan çıkan horultulu bir tıslama sonrası tazyikli bir patlamayla turuncuya bakan su akmaya başladı.. suyun akmasını seyretmem biraz sakinleştirmişti beni.. rengi normale döndüğünde uzun uzun ellerimi yıkadım, birkaç kez yüzüme çarptım.. her çarpışımda yüzümün ısısından suyun buharlaştığını hissediyordum.. suyu kapattım aynaya bakma duygusuyla kafamı kaldırdım.. kendimi görebilmek için aynayı temizlemem gerekti tabii.. saçlarımı enseme doğru toplar gibi tutarak aynaya baktım... ve temizlediğim şeyin ayna olmadığını, karşımda bir başkasının olduğunu düşünerek irkildim.. bu ev masallardan, filmlerden mi çıkmıştı.. ayna aslında ayna değil miydi.. elimi aynaya doğru uzatıp parmağımı camına bastırdım.. saçmalıyordum, ne filmi ne masalı aynaydı işte.. görüntüsü bana ait olmayan bir yüz taşıyordum.. kimdi bu, kimdim ben.. hiç tanıdık gelmiyordu yüzüm.. dahası neden bilmiyordum.. saçlarıma dokundum, üzerimi inceledim, ellerime baktım.. 28 yıldır benim olan kemikli ince parmaklarımdı işte... o an tanıdık, bildik birşey bulmanın sevinciyle ellerimi göğsüme bastırdım, kucaklar gibi.. ve tekrar aynaya baktım, sorar gözlerle, bir cevap bekler gibi.. sustu, bakıştık sadece..


29/11/2007

sondan önce..

paat!!..pata pata... takıdıtıkıdı.. takıdıtakudu...biraz gürültüyle de olsa yanan sobanın sesi, o sırada geçen trene ilk sesi vermişti sanki... koşup camın tozunu sildim hafiften, trene bakabilmek için... trendeyken sabit bir noktaya bakmak ne kadar zorsa ve göz döndürücüyse, dışarıdan treni seyretmek de bir o kadar kafa boşaltıcıymış.. öyle ki, ne kadar sürede geçti o tren bilmiyorum.. o boş hayal aleminden beni odanın içine çeken bir başka ses oldu... mırıltıyla inilti karşımı bir ses.. insan sesi.. cama burnumu dayayıp sokakta biri olup olmadığına bakındım ama bomboştu.. kedi bile yoktu hatta... evin içinden mi geliyordu ses... geldiğimden, pardon burada bulunduğumun farkında olduğumdan beri başka bir odaya geçmemiştim.. sesi merak ediyor ama korkudan gidemiyordum da.. temizlik için getirdiğim paspasın sopasını ortasından sıkıca kavrayıp yavaş adımlarla odadan çıkmaya başladım.. gerçi yavaş çıkma çabam tersi şekilde daha çok ses yapıyordu eski evin zemininde... odanın kapısına geldiğimde aynı hole bakan üç kapı daha olduğunu gördüm... hol denemezdi gerçi bir oda büyüklüğünde ev meydanıydı daha çok.. neyse.. biri mutfak olmalıydı, diğeri banyo.. ve işte sesin geldiği diğer oda...bu durağan halden sıkıldım ve hızlıca diğer odaya elimdeki sopayı savurarak daldım.. filmlerden edindiğim biliçle de hemen bir sağıma bir soluma döndüm aniden.. bunlara gerek olmadığını yerde eli kolu bağlı, ağzı bantlı adamı görünce anladım.. niye anlıyorum ki, belki bu bir tuzaktı..biri arkamdan saldıracaktı belki...veeeeeeeee hop! arkamı döndüm ama kimse yoktu... saçmalıyordum, neden bulunduğuma anlam veremediğim bu evde, kim, neden saldırsındı ki bana.. iyi de bu adam kimdi.. gözlerindeki ifade benden korktuğunu gösteriyordu ki bu da normal değil miydi.. üstün görünen bendim, o ise aciz.. bir bilseydi halbuki ben ondan nasıl tırsıyordum.. aynı küçücük bir böcekten korktuğum gibi.. bana hiçbirşey yapamayacağından emin olduğum ve fakat tırstığım bir böcek karşısında durduğum gibi duruyordum zati... adamın böcekten farkı beni tanıyor gözlerle bakıyor olmasıydı... bu halden yine sıkıldım ve adama doğru ilerleyip ağzındaki bandı açmak istedim.. o sıra adam gözlerini sımsıkı kapatarak iyice büzüştü.. evet beni tanımıyorsa bile daha önce kesinlikle görmüştü..beklemeden bandı açtım.. ve arkaya iki adım kaçtım.. ne yapacaksa.. ne yapabilirdi ki zati, yalvarmaya başladı.. "nolur vurma, canımı acıtma, lütfen tamam.. yalvarırım..." ve ağlamaya başlamadan önce "nolur.. hayatından .iktir olur giderim, beni bi daha görmezsin, sana yaptıklarım için de özür dilerim, çok pişmanım...."demesi ve ismimle hitap etmesiyle donakaldım... bir anda rollerimiz değişti sanki ben aciz, o üstün oldu.. benim bilmediğim ya da hatırlamadığım birşeyler biliyordu...



26/11/2007